30 Kasım 2009 Pazartesi

Kurt adam hakkında


Eski İngilizcede wer- insan ve wolf-kurt kelimelerinden gelen, "werewolf" 'un Türkçesidir. 12.yy. civarlarından başlayarak yüz yıllarca varlığına inanılan bir fantastik yaratıktır kurt adam. Avrupa tarihindeki inanışa göre kurt adam; geceleri kurda dönüşen ve hayvan ile insanlara saldıran; gündüzleri ise insan formunda yaşamaya devam eden bir yaratık türüdür. bazı kurt adamların sihirli güçler; - ki biz buna büyü diyoruz- , bazılarının ise bu duruma babadan oğla geçen bir mirasla, ya da başka bir kuradamın ısırması sonucu düştüğü konusunda inanış vardır.

kurt adamların varlığına inanma dünyanın her tarafında olmuştur ve değişik adlarla anılmıştır. Ama özellikle 16.yy. Fransa’sında bu durum daha da göze batmaktadır. Dünyada farklı yerlerde de bu inanışın olması ile ilgili olarak, farklı kültürlerde farklı isimlerle hayvan-insanlardan bahsediliyor olmasıdır. Dünya üzerinde çoğu ülkede kurtadam hikayesi farklı isimlerle anılmaktadır. " Arnavutluk’ta (oik), Ermenistan’da (mardagayl), Fransa’da (loup-garou), Yunanistan’da (lycanthropos), İspanya'da (hombre lobo), Arjantin’de (lobizón), Meksika’da (hombre lobo and nahual), Bulgaristan’da ( varkolak), Çek cumhuriyeti ve Slovakya’da (vlkodlak), eskiden Yugoslavya olan bölgede (vukodlak), Rusya’da (vourdalak,), Polonya’da (wilko), romanya'da (vârcolac, priculici), Makedonya’da (vrkolak), İskoçya ve İngiltere’de (werewolf, wulver), İrlanda’da (faoladh or conriocht), Almanya’da (werwolf)... Kuzey Avrupa’da kurt adam yerine ayı adam inanışı söz konusudur." * Afrika’da leopard adam, Asya’da kaplan adam olarak geçmektedir. Genelleme yapılırsa yöresel farklılıklar göstermekle beraber her coğrafyada buna benzer inanışların varlığı söz konusu olmaktadır.

Kurt adamın daha eski efsaneler ile ilgili olarak; özellikle " Yunan mitolojisine başvurulduğunda "lycaon" olarak geçen en eski kurt adam efsanesine rastlanılabilir. Bir rivayete göre lycaon insan eti yemesi sonucunda kurda dönüşmüştür." *. Zaten bazı filmlerde kurt adam lycan kelimesinin kullanıldığı da vardır. Örnek olarak Underworld adlı fim gösterilebilir, o filmde lycanlar ve vampirlerin savaşı anlatılmaktaydı mesela.

lycan kelimesi kurt adam olarak kullanılmakla beraber, "clinical lycanthropy" adında bir de rahatsızlık söz konusudur. Daha doğrusu kurt adam vakalarının bilimsel açıklanması "lycanthropy" vakası olarak gösterilir. Klinik likantrofi hastanın kendisini hayvan olarak hissettiği ve buna bağlı olarak hayvan gibi davrandığı bir psikiyatrik sorun olarak adlandırılır. Rahatsızlık belirtisi olarak hastanın kendisini vahşi bir hayvan olarak görmesi ki burada varsanımlar söz konusudur ve hayvan hareketlerinde bulunmasıdır ki yemek için hayvanlara saldırmak, burada hayvanlar içerisinde insanlar da vardır ve bu yüzden bir belirti olarak "cannibalizm" söz konusudur. Klinik likantrofi bir çeşit şizofrenik vaka durumunda benzetilebilir.

Sonuç olarak; "hâlihazırdaki bilimsel bilgiler, kurt adam olayında olduğu gibi bir insan formunun bu kadar kısa zamanda bir başka biçime dönüşmesinin kesinlikle olanaksız olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla kurt adam efsaneleri tümüyle cehalet ve kuruntu üzerine kurulmuş olabilir. fakat yine de yüzlerce yıldır bildirilen bu tür olayların. Göz ardı edilemeyeceği belirtiliyor." *

Varlıkları ile yüz yıllarca bulundukları topluma korku salan kurt adamlar, son yüzyılda birer korku öğesi olarak sinemaya taşındı. Kurt adamlar gerek tek başlarına gerekse diğer korku öğeleri - vampirler- ile birlikte anılarak sinemaseverlerin beğenisine sunuldu. Kurt adam içerikli filmler arasında; 1981 yapımı "American Werewolf in London", 2004 yapımı Romasanta olarak gösterilebilir. Özellikle Romasanta'da kurt adam olayına daha bilimsel bir bakış açısı getirilmişti. Yakın zamanda fantastik unsurlu "Underworld" adlı film gösterimdeydiı, hatta iki film çekildi seri şeklinde. Bu filmde de kurt adamlar ve vampirlerin karşılaşması söz konusu idi.

en nihayetinde kurt adamlar tarih boyunca her coğrafyada ortaya pörtlemiş ve insanlığa korku salmış yaratıklardır. ilk ve ortaçağlarda birer efsane olarak anılsalar da daha sonrasına bilimin gelişmesi ile varlıklarına daha tıbbi açıklamalar getirilmiş ve bunun kişinin kendisini hayvan sanması şeklinde bir şizofrenik vaka olması sonucuna varılmıştır.

*vikipedi'den alıntılanmıştır.

29 Kasım 2009 Pazar

Dawn Of The Dead


1978 ve 2004 yıllarında iki ayrı çekimi olan bir george romero filmidir. Filmde Romero tüketim toplumuna bir gönderme yapmaktadır. Zombiler filmde bilinçsiz sadece içgüdüleri ile hareket eden ete karşı saldırgan yaratıklar şeklindedir. zombiden çok yaşayan ölü diye geçen bu yaratıklar, düşünme yetisine sahip değillerdir. Düşünce eksikliğinden kaynaklı önceki hayatları ile ilgili hafızaları yoktur ancak temel hareketleri konusunda hala yetileri mevcuttur; yürüme ve ellerini kullanma içgüdüsü durmaktadır; hatırladıkları nesneler araba, ev gibi günlük hayatta sıradan sayılabilecek nesnelerdir. özellikle dawn of the dead'de zeombilerin hatırladıkları en önemli şey önceki hayatlarında yaptıkları tüketim kültürünün etkisi olan alışveriş merkezidir. Ete olan düşkünlükleri ile yeme ve ısırma yetileri de durmaktadır. Film içerisinde bu özellikleri karakterler arasındaki diyaloglarda da görünmektedir.

"Francine parker: What are they doing? Why do they come here?
Stephen: Some kind of instinct. Memory, of what they used to do. This was an important place in their lives. "
( Francine parker: Ne yapıyorlar? Niye buraya geliyorlar?
stephen: Bir tür içgüdü; yapmaya alışmış oldukları şeyin anısı, -alışveriş merkezi- yaşamlarında önemli bir yere sahip)

Zombilerin bilinçsiz hareketleri ve alışverş merkezi ile ilşikisi göz önün bulundurulduğunda, Romero'nun tüketim kültürüne gönderme yaptığını düşünebiliriz. bilinçsiz tüketici olarak da ele alınabilecek bir karakterdir zombiler. Başka bir bakış açısı ile zombiler, etrafında olup bitenlerden habersiz sadece tüketim üzerine kurulu hayatları temsil eder. Azınlıkta bu tüketim çılgınlığına tepki oluşturan bir grup düşünen insan vardır, ve zombiler bu insanları da kendi aralarına çekmek için uğraşırlar.

Filmin ölülerin şafağı olması bir bakıma zombilerin gününe bir gönderme olacaktır ki daha sonrasında çekildi de "Day Of The Dead". Filmin şafak olarak geçmesini de iki anlamda inceleyebiliriz. Şafak yeni bir gün, zombilerle çevrili insanlar için bu karamsarlıkta yeni umutlar, ya da zombiler için ele alındığında insanlığın sonunun başlangıcı olarak düşünülebilir. Özellikle ikinci seçenek daha ağır basmaktadır, nitekim her geçen gün daha fazla tüketim yapılmakta, metalaşma sorunsalı git gide çoğalmaktadır ki bu durumu zombi hastalığı olarak görmek çok da yanlış olmaz.

Sonuç olarak Romero'nun sosyal içerikli mesaj ve genel olarak toplumu eleştirmek için kullandığı güzel bir korku filmidir, hatta korku filmi olarak izlemek gülmeye neden olabilir ara sıra ama eleştiri ve inceleme adına izlenebilecek tavsiye edilen bir filmdir.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Zaman

Kasımın 12sinde başlamşım ilk defa yazmaya blog sayfasına. Aradan 1 sene geçmiş kabaca, şimdi fark ettim. Beni tanıyanlar az çok bilir; ay ve yıl dönümlerine fazla takılmam, önemsemem ne kadar olmuş, ne geçmiş aradan . Önemli olan yıl dönümleri değil sürekliliktir. Ne kadar saçma bi' şey söledim değil mi, insanların günleri, daha genellemeli söylersek zamanı kalıplaştırıp şekilciliğe dökmelerinden bahsediyorum. Zaman kendi içerisinde devinimsel sürecini yaşarken, onu parçalara ayırmaya çalışmak.

Bir ay oldu, iki ay oldu, şu akdar ay dönümü, bu kadar bilmem ne dönümü... Lan bu böyle sürer gider, an basit anlaşılması gerekenden o kadar uzağız ki anı özelleştirmekten zevk alıyoruz ve bunu yaparken de o kadar inanıyoruz ki, önemsemeyenlere karşı anlayışsız yaftalamasını yapmaktan kendimizi alamıyoruz.

Tamam tamam duyuyorum sizi, kulaklarım çınlıyor. Saçmalıyorum ben de işte çapımda, paylaşmak istedim. Ben de sizi seviyorum...

27 Kasım 2009 Cuma

Cinsellik, Bekaret, Seks ve Çağdaşlık üzerine...

Cinselliğin toplum açısından bir tabu olarak nitelendirildiği aşikar. Özellikle cinsellik ve seks kavramları biribirleri ile o kadar iç içe geçmiş durumda ki, cinselliği salt seks olarak gören bir neslin ferdiyiz. Ne yazık ki cinselliğin insanlarda ilk akla getirdiği şey seks ve dolayısı ile bekaret.

Bu bağlamda bakıldığında bekaret kavramının toplumda genel olarak ne ifade ettiği tartışmalara gebe olmakta. Bir yandan "önemsememek" adı altında marjinalitenin radikalleştiği bir düşünce hakimken, diğer yanda bunu "takıntılaştırarak" insanlar üzerinde mahalle baskısı oluşturan bir grup var. Her iki durumda da bir radikalleşmeden bahsediyoruz, 0 ya da 1 olarak kategorize ettiğimiz bu yaklaşımın ne kadar sağlıklı olduğu da tabi ki, ayrı bir tartışma konusu.


Özellikle benim de içinde bulunduğum gençlik diye tabi edilen tayfasına bir bakmak gerekmekte. Gençler arasında artan cinselliğe ilgi ve bunun sonuncunda yaşanan her şey. Her şey içerisine olayın seksüel bağlamdaki yaklaşımları daha çok göz önünde bulunuyor, bu da toplumumuzun inanç ve değer yargıları ile alakalı bir konu. Seksüel kısma geçmeden önce cinselliğin neye benzediğini irdelememiz gerekmektedir. Cinsellik nedir? sorusuna cevabın ne şekilde olduğu durumunda toplumun cinselliğe bakış açısının ne olması gerektiğini de anlamış oalcağız. Cİnsellik salt seksten ziyade, erkek ve kadının kendi anatomik ve fizyolojik durumlarını ve eğilimlerini de içine kapsayan bir olgudur. Toplumda ise cinsellik denince akla gelen ilk şeyin seks olmasından kaynaklı, çok basit bir örnekl ile kendi vücudlarında olan her türlü değişime karşı bir tabu edası ile yaklaşmaktadırlar. Her türlü cinsel konu gizli saklı, sadece çok samimi arkadaş çevrelerinde konuşulan ya da büyüklerin kendi arasındaki diyaloglarında kulak misafiri olmaları ile öğrenilegelmektedir. Böyle bir aşamada da cinsellik ister istemez farklı bir boyut kazanmaktadır.


Bu yazı malesef detaylı bir cinsellik konusu işleyemeceğim, ama daha önce de belirttiğim takıntı haline getirme ve önemsememenin çağdaş toplumdaki yeri ile ilgil bir deneme sunacağım. Seksin ve dolayısı ile bekaretin önemsenmemesi ve bunun çağdaşlıkla olan bağlantısı günümüzde hala tartışılmaktadır. Bunun nedenini bekareti savunmak ve savunmamak arasındaki farkın tamamen takıntılaştırmak ve önemsememek arasında gidip gelmesindendir. Önemsememek bir çağdaşlık olarak nakledilirken, takıntılı olmak da bağnazlık göstergesi olarak algılanmakta ve bu da özellikle kuşaklar arasında çatışmalara neden olmaktadır.

Çağdaş olmak, on yüz bin kişi ile cinsel ilişkiye giren biri ile beraberliğini sürdürmek değildir nihayetinde; yani biraz da mide ister böyle bir durum sanırsam. Bekaret kavramı ister istemez tüm erkeklerin - bu konuya erkek gözünden bakmak konu için daha rahattır, keza kadınların çoğu erkeklerin kaç kez seks yaptığına fazla takılmazlar- aklında bir kısımda yer etmiştir. evet bekaret önemlidir, sevdiceğin daha önce başka biri ile birliktelik yaşamamış olması temennidir. diğer yandan bu ilişki yaşanırken ortaya çıkan faktörlere de bakmak lazımdır. keza cinsel birlikteliği teklif edenler bir şekilde erkekler olmaktadır, ve bu durumda kadın için iki şık olmaktadır; evet ya da hayır. Tabi bu noktaya kadar gelen bir ilişkide diğer bazı yakınlaşmaların varlığı da inkar edilemez. inglizce de "petting" olarak nitelendirilen ön sevişmenin - oral seks değil- bu noktaya kadar gelinirken yapıldığı aşikardır. buraya kadar sorun yok...

Bu noktaya gelen kadın kişimiz zaten artık bakire değildir, evet değildir çünkü bakirelik, zarla kısıtlanamayacak kadar geniş bir kavramdır. Cinsel birliktelik de olduğu zaman yani kadınımızın evet dediği şıktan sonra olanları burada tekrarlamaya gerek yok. Gelelim önemseme ve takıntı hale getirme arasındaki çağdaşlık sınırına.

Bir kişiye ya da kavrama değer vermek ya da önemsemek ile bunu bir takıntı haline getirme arasında fark vardır. Önsememek olayı bir vurdumduymazlıkla karşılamak olarak nitelendirilir ve partnerim istediği kadar kişi ile birlikte olmuş olursa olsun mentalitesi sağlıksız durmaktadır. Zaten belirli bir yaş öncesinde ya da sonrasında fark etmez, yol geçen hanı tarzı cinsel birliktelikler bu eylemi yapan kişi için duygusal dejenerasyona neden olur, bunu kimse inkar etmez sanırım. Bu tür eylemlerdeki fazlalıklar cinselliğin ve dolayısı ile seksin maneviyatına aykırıdır. Olayı sadece vücudun biyolojik bir ihtiyacı olarak görmek bünyenin kendini mastürbe etmesinden daha farklı olmayacaktır.

Takıntı hale getirmek ise, yurdum insanımızın hala cinselliği bir tabu olarak görmesinden kaynaklıdır. Ve burada önemsemekten aşırı bir durum vardır; uğruna masum insanları öldürecek kadar aşırılık, bir tür fanatizm ve dolayısı ile takıntıdan başka bir kavram ile tanımlanamaz. Sevgiliyi daha önceki ilişkisinde karşısındakini severek, değer vererek ve güvenerek yaptığı bir eylemden ötürü aşırı derecede tenkit etmek ve aşağılama noktasına gelmek çağdaşlaşma ile bağdaşmayacağı gibi bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler tarzı bir önemsememe ise bizi hayvanlardan ayıran farklara karşı bir ihanet olarak değerlendirilebilir, ki bu durumda da çağdaşlaşma ile bir çatışma söz konusudur.

5 Kasım 2009 Perşembe

Hayatın anlamına dair

Hayatın anlamını çözdüğünü iddaa eden tüm organizmalara selam ediyorum.

Bir faydasını görebildiniz mi madem?

Kendi egolarını şişirmek ve karşınızdakini alttan alta küçümsemek dışında bir işe yaradı mı?

Sefil hayatlarınız daha mı çekilir durumda?

Hayata karşı daha mı olumlusunuz?

Melankoliden kendinizi kurtarabildiniz mi?

Kendinizi deli dolu mu görüyorsunuz? Yoksa olgunlaştınız mı?

Bu olgunluğunuzun getirdiği bir sonuç olarak kendiniz gibi olmayanları çocuk mu görmüyor musunuz?

Çok görmüş geçirmiş olmakla hayatı gerçeken çözdüğünüze inanıyor musunuz?




Eğer son soru hariç hayırlarınız daha fazla ise ve son soru da evet ise, kusura bakmayın ama bir bok çözdüğünüz yok.

Eğer evetler daha fazla ise; onlar zaten çözdüklerini iddaa etmiyorlardır.