22 Mayıs 2009 Cuma

Bağlanmayacaksın

Şiirin birinde yazıyor yine şairin ismi lazım değil;

"Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. "...

"Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak..."

Hepsi iyi güzel de, öyle de hayattan nasıl keyif alacaksın. Az üzülmek için az sevinmek, az ağlamak için az sevmek. Madem her ödülün bir bedeli var, ödülü doya doya yaşarken bedelini de ödemek niye zor gelmekte. Ucundan tutmam, tutmayacağım da.

O olmadan da yaşar insan,
Ama bir yeri eksik olur gülüm.
Tadı yoksa sensiz ömrün,
Kendine yetsen de alamazsın tadını günün...

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Ya Şimdi Ya Asla

Böyle bir söz vardı; "Ya şimdi ya asla" diye çok doğru bir laf, zaman geçtikçe, tecrübe edindikçe anlıyor insan. Bazı şeyler ertelemeye gelmez. Mesela sağlık; bir anda yığılıverirsin kenara kalırsın orada. Bir diğeri de sevgidir gösterilmesi ertelenemeyecek, bir o kadar da önemli hatta hayati. Göstermek için birşeyleri beklersen, sonunda ya ömrün yetmez ya da sevgili beklemez.

Çok önemli şeydir sevgi; görmek kadar göstermesini de hem bilmek hem de ertelememek gerekir.

Dedikleri gibi;

Ya şimdi ya asla...

Ayrıntı


Şeytan ayrıntıda gizlidir diye bir kitap vardı, bilmem kim yazmış ismi lazım değil. Biraz daha düşündüm de hayat ayrıntıda gizli aslında. Küçük detaylar; dikkat edilmesi gereken, ertelenebilir gibi görünen ama aslında hiç de öyle olmayan, şakaya gelmeyen ayrıntılar. Bir anda hayatınızı allak bullak edebilen ayrıntılar. Daha da elem verici olan bu ayrıntılar anca düşerken görünüyor, hani derler ya hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünden geçmesi aynen öyle oluyor.

Düşerken görülüyor ayrıntılar... Şimdi iki seçenek duruyor yer çarpamaya az kalmışken; ya tamamen düşüp öleceksin ve hayat da ayrıntılarıyla beraber bitecek, bir diğer durum ise yere o denli sert çarptıktan sonra, atladığın o detaylar artık hayatının bi parçası olacak hiç bırakmayacaksın sımsıkı tutacaksın bir daha düşmemek için. Her zaman ikinci bir şanstır yoktur çünkü hayatta, olanakları iyi kullanamayınca elinden kayar gider.

Ben şimdi nerede miyim? Komadayım düşme sonrası, makineye bağlanmış durumda; ya tam anlamıyla fişim çekilecek ya da bir ikinci hayat öpücüğü gelecek.

Hayatı beklemekteyim, güzel günler için güneşli günler...

14 Mayıs 2009 Perşembe

Sanatta Güzellik ve Nü

Ne demek istediğim belki tam olarak anlaşılmayacak başlıktan ama okurken anlarsınız. 22 salağın bir topun peşinden koşturması mantığında bir izlenim belki ama sergilerde filan bu kadın vücudu üstüne boyamalar nedir? Hep iki göğüs ve bir vajina, ve niye bundan daha fazlasını hissedemiyorum bakarken tuvale? Sorun benim sığlığım mı; gereğinden fazla sorun eden ben miyim, yoksa kadının cinselliğinin her zaman gözler önünde olmasının başka bir sebebi mi var?

Antik Yunan zamanlarından kurtulursak günümüzde erkek nüleri yok denecek kadar az ya da ben görmüyorum. Ya heykel çalışmaları bayanların vücudları ver kıvrımları üstünde. Amaç ne biri bana anlatsın.

Tamam erkek vücudu kıllı mıllı normalde ama buradaki resim, yani kadınlar da her zaman tüysüz bal dök yala durumlu değiller. Güzel kadını mı bulmaya çalışmakta acaba sanatçılarımız? Ya da sorun güzel kadından ziyade güzelliğin kendisi mi aranan?

Freud demiş ki; " Cinsel organların kendisi, insan vücudunun güzellik yönünden gelişiminde yer almamıştır: Onlar hayvan olarak kalmış ve böylece sevgi de şimdiye kadar olduğu gibi gerçekte hayvani olarak kalmıştır." Zaten dikkat edilirse birine güzelliği ithaf ederken, sadece kıyafet üstünden gördüklerimizle yorumlarız.

Hiç bir kadının vajinası ya da erkeğin penisi ile bir bütün olarak görüldükten sonra güzellik yorumu yapan olmuş mudur? Sanmıyorum ama siz bir inceleyin belki de yamuluyorumdur.

Neyse konu dışına dağılmayalım; Şu hatunları çizerken pornografiden biraz daha uzaklaşsak nasıl olur? Ayıp tüh kaka demiyorum ama tuvale de öyle 10 dk bakamıyorum incelemek için, yani çırılçıplak bir kadın resminde ne inceleyebilirsin ki?

Biri benimle tartışsın bunu, seviyorum sizi.

Balıkçı Çocuk ve Kediler


5 Mayıs'ta tek başıma gittiğim gölgeye övgü sergisine girmeden önce giriş katında yer alan sergiden bir resim "balıkçı çocuk ve kediler". Orhan Peker'in bi çalışmasıymış, yağlı boya filan da yazıyordu ama oraları hatırlamıyorum. Hatırladığım kediler ile balıkçı çocuk arasında resimde bir bağ işlemiş olduğu.

Balıkçı çocuğumuzda etrafındaki kediler gibi, balıklara imrenek bakmakta. Hatta onlar gibi durmuş çocuğumuz, iştahlı ve üzgün gözlerle bakmakta balıklara. Kedilerden tek farkı belki de nefsine hakim olarak balıklara girişmemesi ve kendisi gibi bakan kedileri balıklardan uzak tutmaya çalışması belki de.

Resmi incelemek isteyenler için buraya bir adet koyuyorum. Siz de bakın, bakalım siz ne göreceksiniz?

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Uluslararası İlişkiler Ders Notu- Melian Dialogue

Her ne kadar İngilizce bir başlık koysak da içeriğini Türkçe vereceğim. Melian Dialog nedir bir inceleyelim:

Thucydides tarafından yazılan "History of the Peleponnesian War" adlı eserinden bir bölümdür Melian diyalog. Thucydides'in bu eseri; tarihte ilk defa realizm ve idealizm karşılaştırılmasıdır. Atinalılar ve bir Sparta kolonisi olan Melianlıların Melos'u arasındaki diyalogu anlatır. Güçsüz Melos ile Atinalılar arasında geçen bu konuşmada tarihteki ilk idealizm ve realizm örneklerine rastlayabiliriz. Özellikle güç ve gücün kullanımı hakkındaki diyalog içerisinde geçen teoriler günümüz realizmine ışık tutar görünmektedir.

Diyalog içerisindeki konulardan bazılarını anlatmamız gerekirse adalet ve adaletsizlik üzerine geçen konuşmalar dikkat çekebilir. Güçlünün güçsüzü ezmesinin Melos ve Atina tarafından ayrı yorumlanışlarını görmekteyiz. Melos'un; güçlünün kendi gücünden daha aşağıda olan birisine karşı olan tavrı ki günümüzde bunu "orantısız güç" olarak yorumladığımız yerler olmuştur, etik olmayan adaletsiz bir davranış olarak belirmekteyken, Atina tarafından güç dengesinin olmadığı bir yerde adalet ya da adaletsizlik kavramlarından bahsedilmenin anlamsızlığı belirtilmiştir. Atinalılara karşı mutlak bir itaatı reddeden Melos, Atinalıların halkını yok etmesi tehditlerinin ahlaki bir değer taşımadığını ifade ederken, Atinalılar ise güçlüye karşı böyle bir ithamda bulunmanın yanlış olacağını çünkü hak, adalet gibi değerlerin sadece güçlüler tarafından belirlenebileceğinden bahseder.

Diyalog içerisindeli diğer bir konu ise, gücün gösterimi ile ilgilidir. Melos'un Atinalıların üstünlüğü her ne kadar kabul etmiş olsa da, mutlak bir boğun eğme durumu olmadığından daha doğrusu Melos'un Atina ve Sparta arasındaki savaş arasında nötr kalması yönündeki isteği Atina tarafından kesin bir dille reddedilmiştir. "ya bizdensin ya onlardan" mantığındaki bireyselci bakış açısı ki bunu en sık gördüğümüz yer realizm olmaktadır, güç sahibinin elindeki gücü sonuna kadar kullanmasını öğüler. Gösterilmeyen gücün güç olmadığını savunan Atina, Melos ve halkını haritan silmekten hiç çekinmeyecektir. Tamamen devletin bireysel çıkarcılığı üstünden giden Atina için üst paragrafta da belirtildiği gibi herhangi bir etik kaygı olmadığından, böyle bir gücün şov amaçlı gösterimi konusunda da herhangi bir çelişki söz konusu değildir. " The strong do what they can and the weak suffer what they must." sözü de tam bu noktada Atina'nın gücün kullanımı hakkındaki düşüncelerini vurgulamaktadır. Onlara göre güçlü her zaman için güçsüzü ezmeli, gücünü ispat etmelidir; aksi takdirde güçlü olmanın bir anlamı yoktur ve eğer kendileri de bir gün buna benzer bir durumda kalırlarsa aynı kendilerinin Melos ve halkına yapacakları gibi, kendilerine de böyle birşey yapılmasını bir "hak" oalrak görürler. Sonuç olarak gücün eşit dağılmadığı bir ortamda hak ve hakkın olmadığı bir yerde de seçme özgürlüğünden bahsetmek uygun görünmemektedir.

Melian diyaloğunda göze çarpan başka bir nokta; Melos'un Atinalılara karşı gösterdiği idealist ve umut dolu tavırdır. Atinalıların kendilerine yapacaklarından dolayı cezalandırılacaklarını, Tanrı ve Sparta'nın öçlerini alacaklarını düşünmekte ve bununla kendilerini avutmalarıdır. İyi niyetli bu yaklaşıma karşılık, Atinalıların tanrıların sadece güçlülerin yanında olmasına yönelik konuşmaları da realist yaklaşımın bir parçası olsa gerektir.

Çıkarlabilecek başka bir nokta ise, çoğu tarihi filmde de rastladığımız, onur ve hayatta kalma arasındaki çelişkinin vurgulanmasıdır. Atinalılar kendilerine biad edildiği takdirde Melos ve halkının yaşamasına izin vereceklerinden aksi takdirde onları yok edeceklerinden bahsetmektedir. Ne var ki Melos, Sparta ilkesinin bir örneği olarak onurlu bir ölümün, onursuz bir yaşamdan daha iyi olacağından bahseder ve tehditleri Tanrı ve Sparta'ya güvenerek görmezden gelir. Atinalılar ise yaşamadıktan sonra onurun hiçbir işe yaramayacağına dair savunmada bulunur.

Melos'un halkı ile konuşmak isteyen Atina'ya da tepki gösteren Melos, onların böyle bir durumda sağlıklı karar veremeyeceklerinden ve duygusal davranacaklarından bahseder. Melos için politika sadece devleti yönetenler arasında yapılması gereken birşey olarak kalmalıdır. Karmaşık konuşmalar halkın aklını olumsuz yönde etkileyebilecektir.

Genel olarak Melian diyaloğuna baktığımızda Atina'nın realist ve Melos'un idealist bir tutum içerisinde olduğunu görmekteyiz. Realizmin ilkeleri üstünden yapacağımız incelemelerde, bireysel çıkarcılık ve çıkarlar için görmezden gelinen ahlaki değerler bu konuşmada oldukça vurgulanmaktadır. Realizm'in vurguladığı anarşi durumunda ve özellikle Hobbes'un "doğa hali" denen anarşik düzeninde de belirtildiği gibi, güçlerin eşit olmadığı yerlerde ahlaki değerlerden ve adalet, hak gibi kavramlardan bahsedilemez. Hak olarak görülebilecek şey, güçlünün güçsüzü yok etmesi yönünde gerçekleşmesi olağan durumdur. Thucydides'in Melian Diyalağu M.Ö. yıllarından günümüze gelen ili akım olan realizm ve idealizmin karşılaştırılması yönünden faydalı bir çalışmadır.

3 Mayıs 2009 Pazar

Komünizm üzerine bir düşünce

teoridekine bakıldığında mümkün ve güzel, pratikte ise başa bela bir sistem olarak göze battığından, teorinin uygulanması ütopik bir durum olmaktadır. sonuçta yine baştaki insandır ve insanoğlu yapısında bireycilik her zaman var olmuştur, olacaktır. bütün insanların altruist yani diğerkam olması - “başkalarının yararını da kendi yararı kadar gözetme” ya da “diğer insanlara maddi veya manevi kişisel çıkar gözetmeksizin yararlı olmaya çalışma ve ‘bencillik karşıtı hareketler’de bulunma” - durumunda gerçekleşmesi muhtemel bir sistemdir. Ama böyle birşey olması da ancak teoriden ibarettir.

thomas more'un ütopyasında bakıldığında bile komunizm tarzı bir sistemle yönetilen bir toplum söz konusudur ki orada bile toplumsal değer yargılarına ters düşen şeyler söz konusudur; örnek olarak belirli bir sayı üstünde çocuk yapanlar, fazla çocuklarını çocuğu olmayan ailelere vermektedirler. herkes aynı şeyi yemek zorundadır, yine katı kurallar söz konusudur. ütopya insnaları erkekler, kadınlar ve katogorize edilmiş diğer insanlar birbirinden ayrılmak için farklı ama aynı kıayfetler giymektedirler. bireysel farklıların tamamı ile yok olduğu bir durum vardır ortada ki böyle bir yapılanmayı "düşünen insan" olarak kabul etmek ne kadar insan mantığına uymaktadır. orwell'in 1984 adlı eserinde ise komunizm olayı eleştirilmektedir. düşünce özgürlüğü bile farklılaşma adına yasaklanmıştır, ölüm suçudur. uç örneklerden vazgeçelim bir an için ve son 100 yıldaki komunizm ile yönetilen toplumlara göz atalım.

sovyet rusya'nın komunizmi altında amerika süper gücüne karşı bir blok oluşturma sevdası yatar ve 1. dünya savaşından çıkmış bir ülke için totaliter bir rejim uygulanması mantıklıdır. kapaı ekonomi anlayışının egemen olması mantıklıdır, nitekim gelişmekte olan ülkeleri liberal piyasanın ne hale getirdiği görülebilmektedir. ne demiştik evet, 1. dünya savaşı sonrasında avrupa'ya bakıldığında rusya'da komunizm ya da pratikte stalinizm diye geçen bir yönetim anlayışı vardır. ekonomik olarak incelendiğinde italya'daki faşizm ile aralarında birçok benzerlik bulmak mümkündür.

"ekonomik bakımdan geri kalan ülkelerde, halk çoğunluğunun sefalet içinde bulunmasıi birtakım aksiyon gruplarını ortaya çıkarır. hükümet adamlarının toplum sorunları karşısında yetersiz kalmaları sonucu ortaya çıkan husursuzluk ve kaygılari zaman ilerledikçe bir politik ve ekonomik sistem değişikliği platformu üzerinde toplanır. mevcut yönetime karşı beliren ve çeşitli olaylarla beslenen güvensizlik havası, aksiyon gruplarının nümayişlerle harekte geçmesine ve dönmesine neden olur. hükümete karşı baskılar gittikçe artar. genel grevler, yer yer isyan hareketleri çıkar. süikastlar ve sabotajlar başlar."*(toker,12). şimdi buraya kadar bakıldığında 1. dünya savaşından çıkan bir rusya ve bolşevik isyanı filan düşünüldüğünde durum biraz netlik kazanmaktadır. devamı da şöyle gelmektedir.

"bugüne kadar halk kitleleri arasındaki eşitsizlikten en çok komunistler yararlanmışlardır". bu kısımda tanıdık gelmekte midir acaba biraz düşünün. " sosyal adaletsizlik, komunizmin doğması ve gelişmesi için en uygun ortamdır" çünkü sosyal eşitlik, sınıflı bir sınıfsız toplum yaratma gibi vaatlari vardır komunizmin. "eğer o ülkenin anayasası ve ceza yasaları, komunist düşünce ve faaliyetleri yasaklamakta ise o zaman ismen sosyalist, ama esasında komunist partiler kurulur. bu partilerin amacı bir askeri, ya da sivil darbeyle mevcut düzeni devirmek, milliyetçiliği ve dini duyguları yok etmek ve sonunda komunizmin enternasyonel idealini o ülke içinde yerleştirmektir"*(toker,12). komunizm her ne kadar milliyetçiliği yok etmek amaçlı dense de pratikte geçmişe bakıldığında rusya ve günümüzde kuzey kore için nasıl bir durum söz konusu olduğu ortadadır. italya'daki faşizm de zaten bu aksiyonlara bir tepki olarak doğan akımdır ki komunizm incelenirken faşizm ile mukayese edilmesi gerekmektedir kanımca.

komunizmin süreçte nasıl işlediği az çok belli olmaktadır. çalkantılı dönemlerde halklar ve haklar üzerinden siyasi oyunlar söz konusudur. teoride iyi niyetli görünen bir uygulma olarak görünse de pratikte durum malesef istenildiği ölçüde gerçekleştilememektedir. yine orwell'in hayvan çiftliği eserinde domuzların önderliğinde başlayan komunal hareket sonrasında yerini insanları aratacak bir totaliter rejime bırakmıştır. yani uygulanışında robotlar değilde insanlar ve doğası gereği ego sorunu söz konusu olduğundan komunizm pek de tercih edilmesi gereken bir sistem değildir.

bir de komunizmin komunal düzenden geldiği kabul edilirse de ilkel komunal dediğimiz durumun yine bir reis ve etrafında serf kıvamında işçilerden meydana geldiğini görebiliriz ki sonrasını feodal düzen teşkil etmiştir. " sezar zamanında roma'nın askeri bilrlikleri cermen aşiretleri ile ilk kez karşılaştıklarında, cermenler çobanlık ve çiftçilik yapan yarı göçebe topluluklardı, tarım ormanlık alanlardan açılan bölgelerde yapılıyordu. toprakta komunal mülkiyet sözkonusuydu. her yıl aşiret liderleri, toprakları kabileler ve haneler arasında dağıtıyor ve topraklarda tarım faaliyetleri klanın üyeleri tarafından ortaklaşa olarak yürütülüyordu, bu periyodik dağılımlar, kabileler ve kabile üyeleri arasında büyük servet farklılıklarının ortaya çıkmasına engel oluyordu, hayvanlar ise özel mülkiyet altındaydı" **(güran,25). bu olayın geçtiği tarih ise sezar zamanındaki cermen aşiretleri ile ilgilidir yani. oldukça eski sanırım ve bakıldığında şartların ilkel olduğu paylaşımın daha mantıklı göründüğü bir ortam söz konusu, malesef 2000 yıldan fazla olmuş bu sistemin iş yaparlığı. muhtemelen roma'nın satın aldığı cermen kabileleri ile bu düzen de bitmiş olmalı diye düşünmekteyim. sonuç yine insan egosu...

bu yazıda amaç komunizmi kötülemek ya da yüceltmek değildir, sadece nesnel bir bakış açısı ile komunizmi tanımlamak ve eleştirisini yapmaktır. bu kadar uzun bir giri yazmak nasip oldu mutluyum sevinçiliyim yaşasın okulumuz diyeceğim. yüksek lisans tezi olarak düşündüğüm konu içerisinde yer alan sistemler içerisinde komunizm ve faşimde var.

Komunizm olayına tekrar geri dönersek ve hatta olaya marx amcamızı da katarsak, onun da teorisinde bir ekonomik sistem varlığı gözlenebilir. yani bu sistemdeki amaç ekonomik kaygıdır. her durumda komunal olan "toprak"tır, ne kadar sınıfsız bir toplum olursa olsun, sosyal anlamda bir sınıfsal ayrılık her durumda mevcuttur.

*faşizm, toker yayınları, 1998.
** iktisat tarihi, prof. dr. tevfik güran.