26 Aralık 2009 Cumartesi

Türk Politika Tarihi Ders Notu- Laiklik

Sınavda çıkmayabilir ama elim değmişken yazayım dedim. Büyük küçük harf ayrımı yapmadım, zira ilk önce sözlükte yazdım, yazımlara takılmayın.

türkiye'de cumhuriyet döneminden beri sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrımı değil aynı zamanda devletin din üstünde otoriter bir yönetimi olması durumu söz konudur. erik jan zürcher modernleşen türkiye nin tarihi adlı kitabında konu hakkında güzel tespitlerde bulunmaktadır. zamanında ilgimi çeken yerleri burada paylaşmak istemekteyim. "kemalist reformların en karakteristik unsuru olan laiklik hamlesinde üç faaliyet alanı ayırt edilebilir. ilki, devleti, eğitimi ve hukuku laikleştirmek, yani ulemaya, kurumlaşmış islam'ın geleneksel kalelerine saldırmaktı. ikincisi, dinsel simgelerin üstüne gitmek ve bunların yerine avrupa uygarlığının simgelerini koymaktı. üçüncüsü toplumsal yaşamı laikleştirmek ve gerektiğinde popüler islam'ın üstüne gitmekti.(zurcher, 276)" paragrafta dine karşı laiklik altında yürütülen bir savaşın olduğu net şekilde gözler önünde olmasına karşın, bunu din düşmanlığına yormak ufak çaplı bir hataya neden olur. osmanlı devleti 700 küsür sene özellikle teokratik monarşi ile yönetilirken kısa zaman içerisinde tebaa ve biat kavramlarından yurttaş olma bilincine gidilmesi söz konusudur. bu hususta kalıplaşmış düzeni yıkmak amacı ile sarfedilen yolda en büyük engel din olarak göze çarpmaktadır.

yine kitapta gidecek olursak "1924 yılı, kutsal şeyhülislamlık makamının ve şeriye ve evkaf vekaleti'nin kaldırılmasına da sahne oldu. bu vekaletin yerine, diyanet işleri reisliği ile evkaf umum müdürlüğü kuruldu. her ikisi de doğrudan başbakanlığa bağlanmıştı. bu müdürlüklerin krurulmuş olması, kemalist laiklik anlayışının devletle dinin tamamen ayrılması anlana gelmediği, daha çok, devletin din üzerindeki denetimini ilan ettiğini açıkça göstermektedir.(zurcher, 277)" bakıldığında bunun da altında yatan sebep hilafetin kaldırılması sürecinde bir köprü vazifesinde olması görülebilir, yine bundan başka "1924 anayasası'nda islam'ın devlet dini olarak belirtilmesidir, eski osmanlı anayasası ise devlet dinine hiç değinmiyordu" osmanlı altında çok farklı etnik ve inanç gruplarının da bunun bir sonucu olması söylenebilse de, dinin osmanlı devleti döneminde günlük yaşamın bir parçası haline gelmesinin de bunun üzerinde bir etkisi olsa gerektir.

kılık kıyafet konusunda laikliğin fes ve sarık gibi geleneksel başlıkların kaldırılması ve sadece camideki ibadet görevlileri tarafından giyilmesine izin verilmesi toplumsal alandaki din etkisinin kırılması yönünde planlandığına işarettir. zurcher bu konu hakkında şöyle yazmaktadır, " atatürk'ün kendi sözlerinde, dinsel kılık kıyafetin yasaklanması gibi tedbirlerin, toplumu laikleştirme arzusu kadar, otoritenin gözle görünür her tür sergileniş şeklinin, devletin tekelinde olduğunu iddia etme arzusundan da kaynaklanmış olduğu açıkça anlaşılıyor.(zurcher, 278)"

kemalist deverim olarak tanımlanan köklü değişimin halk değil de bürokrat tabanlı olması da laiklik kavramının bu kadar sert uygulanmasına neden olmuştur. devrim kavramının toplumsal ve ekonomik kaynakların hızlı bir biçimde toplumun genelini yararına değişmesi olarak nitelendirildiğinde bunun halk için ne kadar yararlı olup olmadığı ayrı bir araştırma konusu niteliği taşır.

yine laiklik kavramının bu denli sert biçimde uygulanmasının bir sebebi de demokrasiye geçiş sürecinde cemaat ve tarikatların etkisini kırmak olarak gösterilebilir. günümüzde bile demokratik seçimlerde antidemokratik bir şekilde tarikatların ve aşiretlerin seçimlerdeki etkinliği tartışmalara konu olmaktadır, o dönem için bu durumu incelersek durum daha da hayatidir. tabi laiklik baz alınarak yapılan bu resmi değişimler ve hükümetin kendi ile dini siyasallaştırması daha sonraki süreçte de dinin bir muhalefet aracı olarak kullanılmasının önünü açmıştır. yine zurcher'in tespiti çok yerindedir; "kemalistlerin popüler dine sırt çevirerek, kendileriyle halk kitlesi arasındaki bağları kestikleri de söylenebilir.(zurcher, 284)"

ve yine ne acıdır ki, atatürk'ten sonra inönü dönemindeki demokratikleşme sürecinde, chp içerisindeki muahlif isimlerinden başta adnan menderes, fuat köprülü ve refik koraltan'ın partiden ihraç edilmeleri ve celal bayar'ın istifası sonrasında "dörtler" olarak da bilinen bu grubun başo çektiği demokrat parti seçimlerde said-i nursi'yi seçim propogandası olarak kullanması ve yine demokrat parti ile chp arasında bu dönemde -ekonomik ve siyasi açıdan- pek fark bulunmaması da, dinin siyasi emeller doğrultusunda kullanılması, laiklik kavramının içinin nasıl boşaltığının acı bir örneğidir.

atatürk'ün ölümüne kadar olan süreçteki din üzerinde baskıcılığın yerini din üzerinden seçimlerde rant sağlama çabalarına bırakması, o zamanlardan beri mustafa kemal atatürk'ün kemiklerini sızlatmaya yeter de artar bile diyebilir. son olarak yine laiklik kavramının içini boşaltmaya örnek chp genel başkanı deniz baykal'ın aleviler üzerinden oylara nemanlanması da günümüzde "altı ok" un ne durumda olduğunun göstergesi.

durumun kısa bir özetini yapacak olursak ozan örmeci'nin türk siyasal tarihi kitabındaki tespiti yerindedir; "kemalist devrim yalnızca 22 yıllık bir sürede ve sınırlı ölçekte gerçekleştirilebilmiş ve türk toplumu çağdaş uygarlık yolunda tam anlamıyla dönüştürülememiştir. bu nedenle laiklik ve kürt sorunlarında gerekli ara çözüm formülleri yetersiz tecrübe ve devletin halka uzaklığı nedeni ile üretilememiş ve devrim merkezden çevreye doğru bir şekilde ve tam anlamıyla aktarılamamıştır.(örmeci, 64)"

kemalist devrim kavramının altyapısını oluşturan laikliğin atatürk ile beraber tam anlamı ile öldüğünü söylemek pek de yanlış bir tespit olmayacaktır düşüncesindeyim.




kaynaklar:

erik jan zurcher, modenleşen türkiye'nin tarihi, 2009, iletişim yayınları
ozan örmeci, türk siyasal tarihi, 2008, güncel yayıncılık

14 Aralık 2009 Pazartesi

Sakal da var ama...

Şikayetler şikayetler ve daha çok şikayetler... En sevdiklerinizden, en yakın bulduğunuz, haklarında şiirler yazıp, milyon hediye ile onurlandırdığınız, her yazınızda kendilerini andığınız insanlar hakkındaki şikayetler, ve tabi ki onların sizin hakkındaki şikayetleri.

Gidere gier atara atar yapmak... Kanka mode out, alayına gider in... Genelde böyle durumlardan dolayı üzülürüm, üzüldüğüm çok da oldu ama bu sefer farklı. Bu kez kasıklardaki karıncalanmayı hissettim kendim de, kötülük istediğimden değil, ama... Olacakları tahmin etmek, bu konuda uyarmak ve terslenmek... Sonunda dediğin çıkması, şu İngilizler ne diyordu " I said so"...

Bayılıyorum bu lafa, sakalım da var sözü aklıma geliyor hemen, zaten kirli ile kaba arasındaki sakalım mütemadiyen soğuk kış günlerinde post niyetine... Ne alaka... Sakalıma rağmen dinlenmiyorum ama ne olur ne olmaz diye bir iki kelam daha etmek istiyorum atarlar, giderler, arkadaşlıklar ve tanıdıklar üzerine, hani oldu da dinlerseniz çok yararlı.

Arkadaş diyoruz 10 sene diyoruz artık aşıp kardeş diyoruz... Arkadaşlıkların ne önemi var zamanla filan diyenler oldu zamanında, bakalım kaç zaman var bu cümlede bunu da saysın okuyanlar bir zahmet. Dedim ki zaman önemli, niyesine fazla cevap vermemeye çalıştım bu zamana kadar ama artık daha fazla sır tutmaya gerek yok. Büyük sırrımı açıklıyorum...

Her geçen gün, hafta, ay, yıl... Her şeyin dahası oluyor; kavga, içki, kaçamak, sinema, futbol, paintball, tatil, şaka... Hayatın kendisini daha fazla paylaşıyorsun... Mehmet'imle ya da Tosun'umla ya da Aybars'la geçen gün ile en fazla bir senedir paylaştığım keyif bir olur mu?

Şimdi alınacaklar var tabi ki hani biz senin kankandık? Ben kanka demedim ki... Bu kavramın içini doldurmak için o kadar çok şey geçti ki, haklarında yazı yazmak için, ardlarından methiyeler düzmek için... Mehmet'ti Mehmetçik oldu mesela, ardından şafakları ben sayıyorum. Tosun'um yaban ellerde derste. Aybars'ım da uzaklarda sayılır ama kalbim onunladır.

Niye aramıyorsun lan ibne diye sataşırız birbirmize, o da aramamıştır ben de. Ya da aramışızdır ama bir şekilde satış olmuştur. Son dakika satışı yediğim çok oldu, ben de yapmışımdır. Ama bu yüzden küstüm oynamamak, müsadelerle yol vermek... Dostlar, kankalar, bir zaman sonra kardeşler... Gözünü kapayıp elinden tuttuğunda seni uçurum kenarına gelince bırakmayacak insanlar... He o noktaya da gelmedim ama dibe vurduğum zamanda yanımda olanlarla çıktım ben oradan...

Hem ayrılık, hem okul, hem hem hem... dönemlerinde elimden tutup, arada bir kafamı tokatlayıp, "ne yapıyorsun lan yarraam, kendine gel diyenler"; bi' git işine diyince bir tokat daha atıp" hadi lan çıkıyoruz dışarı, sikerim tribi" diyenler... İşte hepsi bu insanlar.

Hatamı yüzüme vurup, "bak burada bunu yaptın", "şu huyunu düzelt, beğenmiyorum" ... gibi beni eleştirmeler şu zamana dek geldi geliyor da. Bu insanların arasına yenileri geldi, pekişmekte olan şu yukarıdaki ağaç kökleri gibi sımsıkı durmaya giden ilişkiler var, Cano var mesela. Ondan burada bahsetmedim, kişisel değil tabi ki. Ama öyle oldu işte, yazacak şey belki çoktu ama olmadı, "olduramadım"... Tabi ki canom canomdur, sözüm sana ey insan.

He sen kendine bak sanki sen züpersin mnkym demedim bu insanlara. Bunu anlamayanlar vardır, vardı da... Eleştiriye karşılık sen kendine bak senin de pipin bamya kadar diye cevap verenleri görünce şaşırmakta biraz üzülmekte daha azından da tebessüm etmek istiyorum. Beni daha pişmemiş, daha "çocuk" görenlerin bu çocuklukları tebessüm yapan işte, ve zamanında söylediklerimi sallamayanlara üzülüyorum.

Bu daha böyle gider, işin özüne gelmek lazım. Kafanızda gerçek anlamda dost olarak yani yukarıdakiler gibi kardeşçesine dostlar için zaman gerekmekte, elbet kavgalar, olacak darılmalar, küstüm oynamıyorumlar filan ama hep birlikte aşmaktır önemli olan, aşamadıklarınız ise yolculuklarda tek servislik arkadaşlıklar gibidir; dostluklar da mesafeler gibi bir süre sonra biter. Yolculuklar sürerken aynı arkadaşlarla gitmek zordur, yorar ama ganimeti büyüktür.

Size rağmen size gelenleri ya da gelmeye çalışanları, kendinize rağmen tutmayı başarabilirseniz karşınızdakilerle dost olmak adında doğru adımlardasınız demektir.

Şimdi bu yazı sonunda, "Sana ne vazife bu? Sana mı kaldı ahkam kesmek? Bizim ilişkilerimiz seni bağlamaz bsg" diyenler de olacaktır. Onlara da sözüm bi' kaç satır aşağıda olacak:






Bunu yazan tosun okuyana kosun...

4 Aralık 2009 Cuma

Türk Politika Tarihi Ders Notu- 1929 Buhranı ve Türkiye Ekonomisi

1929 Büyük Buhran'ı biliyoruz zaten. Dünyayı olduğu gibi Türkiye'yi de deridnen etkileyen bir dönem. Bu dönem içerisinde Dünya genelinde ekonomik politika devletçilik olarak belirleniyor. Açık pazarlı bir liberak ekonominin özellikle krize giren ülkelerde felakete yakın bir sorun çıkaracağını biliyoruz.

Bu dönemde devlet destekli yatırım ile ayakta kalınmaya çalışılmakta. Devletçi ekonomi derken aklımıza gelen şey devletin bizzat yatırım yaptığı ve özellikle bazı sektörlerde tekel konumunda olduğu durum basitçe anlatmaya çalışırsak. Türkiye'deki ulus devlet inşası her ne kadar Fransa'dan etkilemiş olsa da Sanayi devrim ve feodel düzen eksikliğinden ötürü noksan kalan bir burjuva sınıfından dolayı da Türkiye'de özel teşebbüsün olması o dönemler için münkün görünmemekte.

Erik Zürcher'in kitabında Tek parti dönemindeki ekonomik gelişmeler kısmında bu konu ile ilgili olarak " CHF 1931 yılındaki kongresinde, devletçilik resmen yeni ekonomik siyaseti ve Kemalist ideolojinin temel dayanaklarından biri olarka kabul edildi. Devletçiliğin tam olarak ne anlama geldiği asla açıkça tanımlanmamıştı. Kesinlikle sosyalizmin bir biçimi değildi: Özel mülkiyet ekonomik yaşamın temeli olarak kalıyordu. Devletçilik daha ziyade, özel kesimin gereken sermayeyi biriktiremediği snayileri kurmak ve işletmek için devletin sorumluluğu üstlenmesi anlamına geliyordu" (Zürcher, 291). Yine aynı sayfada TC ekonomik politikasının Sovyetler Birliği'nden esinlenmiş olduğu belirtiliyor.

Ozan Örmeci ise kitabında şı satırları kaleme almakta; "Büyük Buhran sonrası dünyada oluşan yapısal koşullaırn da etkisi ile 1920'lardan başlayarak bürokratik grubun ve Kemalizm'in devletçilik temelli değerlendirilmesinin ağırlık kazandığını görüyoruz"(Örmeci, 26). " Büyük Buhran sonrası kapitalist ekonomik politikaların ciddi şekilde sorgulanması, zaten yeterli sermaye birikimi bulunmayan ülkede devletçi ekonomiyi bir zorunluluk hakine getirmiş; bu nedenle devletçilik ilkesi Altı Ok'a dahil edilmiştir"(Örmeci,27).

Bu arada bir sonraki başlıkta kendisinden bahsedeceğimiz Recep Peker ve çevresinin "otarşiye yakın bir devletçi bir ekonomi plitikasını partiye kabul ettirmişlerdir" (Örmeci, 27). Otarşi'yi özetle bir ülke izlediği, ekonomil bakımdan kendi kendine yeterlilik politikası şeklinde açıklayabiliriz.

Son söz olarak Cuhmhuriyet'in ilk yıllarında olmayan burjuva sınıfının yartılması için gümüzde Rusya'da sıkça kullanılan "oligark" ve yine Rusya tabanlı " nomenklatura" yapılanması söz konusu. Bu da devletin bizzat bürokratlardan ya da belirli vasıflardaki sivillerden yine yapay yollu bir burjuva yaratma çabası. Devletin kendi finanse ettiği ya da bir şekilde bırakınız yapsınlar düşüncesi ile yaklaştığı devlet destekli burjuva hali.

Şu an için 1929 sonrası Türkite ekonomisi ile ilgili derste anlatılan var geniş özet bu kadar. Daha sonraki başlıklarda Recep Peker, Kadro Hareketi ve Serbest Cumhuriyet Fırkasından bahsedeceğiz.



KAYNAKLAR

Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İletişim Yayınları, 1995
Ozan Örmeci, İttihat ve Terakki'den AKP'ye Türk Siyasal Tarihi, Güncel Yayıncılık, 2008