30 Mart 2009 Pazartesi

Kan ve Sigara

Sabah da olmuştu bak yine oldu şimdi; kan kusuyorum. Abartmazsak boğazım şişti bademcikler birbirine değecek az sonra, yutkunamıyorum boğazımı temizledim, tükürdüm ve sonuç kanlı. Fazla yaşamam herhalde bu gidişle. En azından birkaç sene daha istiyorum yaşamak için okuldan mezun olsaydım içimde kalmasın. 

Ya da daha fazla sene için sigaraya mı bıraksam acaba? En azından acı çekmem; vs... Neyse devam edeceğiz yaşantımıza. İtirafname de akşam dolmadı ama... İtirafname mi desem savunmamı bilemem ama bir iddaanameye cevaben yazıldığı aşikar. 

Kan ve sigara diyince aklıma geldi;

Kan ve gül,
Gül ve diken, 
Aşkım ve sen,
Birbirine dönük sırt sen ve ben...

Bilmem anlatabiliyor muyum?






Peki öyle olsun.


12 Mart 2009 Perşembe

Bir şarkı sözü

"Show me that you love me and that we belong together.
Relax, turn around and take my hand.

I can help you change
Tired moments into pleasure..."

9 Mart 2009 Pazartesi

Standby

Yalancı bahar derler ya hava ısınır kış ayının ortasında filan, çiçekler açar sonra bir anda ayaz ve soğuk... Bir bakarsın sonra dallar kalmış çırılçıplak, bir başına karakışın ortasında. Kim bilir ne hayalleri olur ağaçların, meyveleri için ilk adımlarını atarlar rengarenk çiçeklerle ama habersizlerdir başlarına geleceklerden. Ya da beki de haberdardırlar her kış olur ne de olsa ama herşeye rağmen tekrar tekrar, bile bile lades derler ya ondan işte, göz göre göre kırılırlar sanki acıdan zevk alır gibi.

Yoksa onlarda mı insan gibi acıdan zevk alıyor. İnsan gibi ne kadar mutlu olma arzusu içinde olsa da içten içe bir acı çekme ritüeli ile dolu oluyor. Acının verdiği o zevk, bilmiyorum ben sevmem acı çekmeyi, her ne kadar aşık olmanın bir sonucudur acı çekmek ama yine de sevmem. İşte dediği gibi üstadın "Ahmak hayal etmezse helak olurmuş", benimki de aynı hesaba geliyor. Ağzım yanmadan bir kutu isot yemeği istemek gibi benimki. Hayaldan öteye gitmiyor adımlarım ve karanlıkta göremiyorum önümü.

Işığı mı söndü tünelin ucundaki güneşin, yoksa kalbim karalar mı bağladı bilinmez ama t-shirt üstü baskı yazısında olduğu gibi " something somehere terribly went wrong".

Bu kadar şeyi niye yazdım o da ayrı bir konu. Kim okusun diye yazdım bir anlık sinir ve üzüntü birikimi çıktı satırlardan biraz hayak kırıklığı ve aşk kokusu biraz da, yağmur sonrası havadaki toprak kokusu gibi. 

Televizyon saçmaladı, standby düğmesi nerede bunun, he buldum sanırım, çabuk bas hadi.

Yarın sabah 5 ten sonra gelecek sağana_________________ .

Parabola-2

This body holding me reminds me of my own mortality.
Embrace this moment. Remember; we are eternal,
all this pain is an illusion.

Parabola-1

Recognize this as a holy gift and celebrate this
chance to be alive and breathing...

7 Mart 2009 Cumartesi

On bir dakika ve Zaman

Paulo Coelho'nun On bir dakikasından; 

"Doğmanın zamanı var, ölmenin zamanı var
Fideyi dikmenin zamanı, sökmenin zamanı var
Öldürmenin zamanı, sağaltmanın zamanı var
Yıkmanın zamanı, inşa etmenin zamanı var
Ağlamanın zamanı, gülmenin zamanı var
İnlemenin zamanı, dans etmenin zamanı var
Taş atmanın zamanı, taş toplamanın zamanı var
Sarılmanın zamanı, ayrılmanın zamanı var
Elinde tutmanın zamanı, dikmenin zamanı var
Susmanın zamanı, konuşmanın zamanı var
Sevmenin zamanı, nefretin zamanı var
Savaşın zamanı, barışın zamanı var."

Peki ya aşkın zamanı var mıydı; karanlık bir orman içerisinde çaresiz bekleyişlerin bir ışığı mıydı aşk? Sonunda görülen bir ışık yani zamanı geldiğinde ya o zaman hiç gelmezse... Peki insan aşık olmaya hazır mı olurdu yani tam zamanı geldiğinde mi aşk kendini belli ederdi, yoksa temmuz ayında bir dolu sağanağı gibi zamansız ve bir o kadar da şaşırtıcı mıydı? 



6 Mart 2009 Cuma

On bir dakika ve kader

Yazılan üç sayfa yazı ardından dönüp baktığımda fazla özet olduğu konusunda Zö'm ve Cano ile hemfikir olduk, ben de Paulo Coelho'nun On bir dakika'sı içerisinde kendimce işlendiğini düşündüğüm konular hakkında ayrı yazılar yazma kararı verdim ve on bir dakika serisinin ilk konusunu seçtim: Kader.

Evet; Paulo Coelho'nun seneler önce okuduğum Simyacı adlı kitabında da aynı konuya farklı bir hikaye üzerinden değiniliyordu. Simyacı, rüyasında gördüğü ama varlığından rüyaları haricinde hiçbir şekilde haberdar olmadığı bir hazine peşine, uğruna yaşadığı herşeyi bırakarak yolculuğa çıkan bir çobanı anlatıyordu. Çoban sık sık rüyasında gördüğü hazinenin onun kaderinin sonucu ve bu yola çıkmasını da kaderin ta kendisi olduğunu düşünüyordu. Bu kitapta da kahramanımız Maria seçimlerini kaderin yaptığı görüşünde ilerlemekte ama tam da bu sırada kendi ile çeliştiği yönünde derin şüphelerim olmakta. Bu şüpheler daha çok benim kader ve kadercilik hakkındaki görüşlerimle de ilgili olabilir ama ortada tartışmaya açık birşeylerin kesinliği var.

Kitapta geçen bir kısımdan alıntı yapmak faydalı olacak. " Evet ya da hayır diyebilirdim, beni herhangi birini kabul etmeye zorlayan yoktu. Sokaklarda yürüyor, gelip geçenlere bakıyorum; onlar kendi hayatlarını seçebildiler mi acaba? Yoksa tıpkı benim gibi, kader tarafından seçildiler mi... Kendime zerre kadar acıdığım yok. Lokantadan boş bir cüzdan ile ama onurumu korumuş olarak çıkabilirdim; demek ki kurban değilim ben. Yapabileceği çok şey vardı, ama çoğu insan gibi ben de izlenecek yolu kaderin çizmesine izin verdim" (Coelho,59). Özgür iradesi ile verdiği kararlar konusunda kendisini kaderin ellerine teslim etmesi kısmı konusunda endişelerim var. Kaderin mantığında ne vardır? Kader için, "bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğaüstü güç, ezeli takdir." tanımını yapmış vikipedi. Konuştuğum birkaç kişi ile de kaderin yapacaklarımızın önceden belli olduğu yönünde idi. Anlamadığım ve kitapta karakter içinde çelişki olduğunu düşündüğüm şey tam da burası, benim farklı yorumlama sorunumdan kaynaklı da olabilir ama yaptıklarını kader ile bağdaştırmak çok ucuz bir kaçış yolu. "Ben böyleyim çünkü kader bana bunu çizdi" demek çok basit bir yaklaşım.

Evet kaderin bir parçasında tanışmak vardı, kader bir yoldu ayrımları ile beraber ve her ayrımda birşeyler kazanıp kaybediyorduk. Maria'da kolay yoldan daha fazla para kazanmak ve düşlediği varlıklı dünyayı kazanmak uğruna, manevi değerlerini kaybetmeyi göze aldı. Kader yani benim benzettiğim şekli ile yol onu bir seçime getirmişti ve hepsi buydu. Gitmesi gereken yolu seçen kendisi idi ve her seçilen yol kendi içerisinde tekrar şekillenmekteydi. Kader bir yoldu ve yol şiirde dediği gibi Yılmaz Erdoğan'ın bir yere gitmiyordu. "yol yoluyla gidebilir yare, yoldan çıkabilir apansız, ve ömür bitebilir yoldan önce" ama daha fazlası değildi yol, olasılıkları değerlendirmek için kullanılan bir araçtan daha fazlası değildi. Ve her yol ayrımında birşeyler kazanıp kaybediyordu Maria da her insan gibi, hayat verdiği kararların bir sonucu idi. Sonuç olarak Maria kendisini kadere teslim ettiğini düşünse de, olan şey sadece yaptığı seçimlerin bir yansımasıydı.